BAL

17.07.2011
BAL
Philip French / The Observer

15.07.2011
BAL
Nigel Andrews / Financial Times

29.04.2011
BAL
Tyler Therien / The Cinematic Experience of Forizzer

24.03.2011
Film Eleştirisi: Bal
Türk Sanat Sinemasından Seçkin bir Film

Joe Bendel / The Epoch Times

24.03.2011
Bir Oğulun Doğanın Rehberliğindeki Arayışı
Andy Webster / The New York Times

25.02.2011
Bal / Semih Kaplanoğlu (2010)
Suzan Başarslan / derindusunce.org

14.01.2011
Türk Yönetmen Semih Kaplanoğlu’den “Bal” (Honey) (2010): modern bir senaryoda Yusuf ile Yakup ilişkisi
Jugu Abraham / Movies That Make You Think

09.10.2010
İşaretlerin Sessiz Irmağında
Hanns Zischler / Die Zeit

08.09.2010
Bir Sinema Mucizesi: Bal
Andreas Kilb / Frankfurter Allgemeine Zeitung

07.09.2010
"Bal – Honig"
Sandra Zistl / FOCUS Magazin

06.09.2010
Acı-tatlı Çocukluk Semih Kaplanoğlu'nun Altın Ayı Ödüllü Filmi "Bal"
Teresa Corceiro - 3sat / Kulturzeit

10.06.2010
Bal ayarında bir başyapıt
Enver Gülşen / Özgün Duruş

12.05.2010
Bal: Sanatçının Kadim Dildeki Tarifi
Murat Gülsoy – www.602gece.blogspot.com

05.2010
Bal ve “bir”lik
Uygar Şirin – Sinema Dergisi

17.05.2010
Niçin ağacın kovuğunda bitiyor?
Mustafa Nezihi Pesen – www.dunyabizim.com

02.05.2010
Zamanın Şairi Semih Kaplanoğlu
Haydar Ergülen – Star Pazar

27.04.2010
Suret yasağını düşünmeden kamerayı insanın suratına tutamazsınız
(S. Kaplanoğlu Röportajı)
Gerçek Hayat

20.04.2010
Berrak bir sinema Yusuf 3'lemesi
Yıldız Ramazanoglu – Zaman Gazetesi

18.04.2010
46 Yıl Sonra Mutluluk Yaşattı
(S. Kaplanoğlu Röportajı)
Özkan Binol – YeniAsır Pazar

18.04.2010
Duyguların sessiz dili, ' Bal ' ve Semih Kaplanoğlu
A. Esra Yalazan

17.04.2010
Hayat denen patırtıyı "Bal” la kesen film!
Haşmet Babaoğlu – Sabah Gazetesi

17.04.2010
Yalnızlığın ortasında: Bal
İhsan KABİL – Star Gazete

15.04.2010
Tabiat baba , şiir anne . . .
Fatih Özgüven – Radikal

13.04.2010
Bal gibi olmak. . .
Ali Bayramoğlu – Yeni Şafak

11.04.2010
İçimdeki ses 'Ödülü unut, işine bak' der
Asu Maro – Milliyet Pazar

11.04.2010
Bir tür tutunma derdi...
Şirin Güven – Cumhuriyet Pazar

11.04.2010
Ruhlarımızı besleyen bir kahvaltıda başlangıç noktası
Ali Murat Güven - Yeni Şafak PAZAR

11.04.2010
'Bal' dan tatlı sinema lezzeti
Alin Taşçıyan – Star Pazar

10.04.2010
‘İyi anlaştığımızdan değil ilişki kuramadığımız için çok konuşuyoruz’
(S. Kaplanoğlu Röportajı)

Müge Akgün – Referans Gazetesi

09.04.2010
Baba baldan tatlıdır
Burçin S. Yalçın – Zaman

09.04.2010
‘Bir boşluğa düşüyorum’
(S. Kaplanoğlu Röportajı)

Serdar Akbıyık – Star Ajanda

04.2010
“Yumurta”, "Süt" ve “Bal”ın Yusuf'ları birarada!
Necla Bayraktar - Yeni Aktüel

04.2010
BAL: Rüyalarını Kimseye Anlatma
Senem Aytaç – Altyazı Dergisi

04.2010
“Tek Boyutlu bir Dünyada Yaşamıyoruz” (S. Kaplanoğlu söyleşisi)
Engin Ertan – Sinema Dergisi

12.04.2010
'Film yaparken bir ayağım hep şiirin üzerinde' (S. Kaplanoğlu Röportajı)
Burçin Yalçın – Zaman Gazetesi

11.04.2010
“BAL’ın hakikati”
Bejan Matur – Zaman

11.04.2010
BAL
Mutlu Tönbekici – Vatan

10.04.2010
Hayatımızdaki Meselelerin Filmleri Yaygınlaşmalı (S. Kaplanoğlu ile Röportaj)
Çağdaş Günerbüyük & Devrim Büyükacaroğlu – Evrensel Gazetesi

10.04.2010
Yusuf Yuvaya Döndü
Sevin Okyay – Radikal

10.04.2010
Filmlerimde Manevi Alanlar Açıyorum (S. Kaplanoğlu ile Röportaj)
Aysel Yaşa – Yeni Şafak

10.04.2010
Modern Hayatın Önümüze Koyduğu Perdeleri Kaldırmanın Peşindeyim (S. Kaplanoğlu ile Röportaj)
Müge Akgün - Hürriyet Keyif Eki

09.04.2010
Düşsel bir çocukluk portresi
Sungu Çapan – Cumhuriyet

03/2010
Üçlemenin Sonu Hayatın Başı: BAL (S.Kaplanoğlu ile röpörtaj)
Jülide Karahan - Skylife

03/2010
Berlin'de Balayı
Aytaç Köktürk - Altyazı

14/03/2010
Gerçeğe ayağımı basmak istiyorum (S.Kaplanoğlu ile röpörtaj)
Gülşen İşeri - Birgün

28/02/2010
Bu dünyaya var olmaya değil yar olmaya geldik (S.Kaplanoğlu ile röpörtaj)
Tuğba Tekerek - Taraf

21/02/2010
Bal'la Gelen Altın Ayı
Aydın Üstünel - Deutsche Welle

19/12/2009
Berlin'de Bal-ayı
Alin Taşçıyan - Star Gazetesi

17/12/2009
'Bal' Altın Ayı için yarışacak
Erkan Aktuğ - Radikal

SÜT

YUMURTA

MELEĞİN DÜŞÜŞÜ

Copyright Kaplan Film Production © 2009

BASINDAN

yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...

Mart 2010
Üçlemenin Sonu Hayatın Başı: BAL (S.Kaplanoğlu ile röpörtaj)
Jülide Karahan - Skylife

ÜÇLEMENİN SONU, HAYATIN BAŞI: BAL

Semih Kaplanoğlu, 'Yusuf Üçlemesi'nin son filmi 'Bal'la 60. Berlin Film Festivali'nde 'Altın Ayı' aldı. Yönetmenle; 'Bal'ı, 'Üçleme'yi ve bizzat kendisini konuştuk...
Belki de hissetmiştik. Festivale sayılı gün kala Semih Kaplanoğlu ile Teşvikiye'deki ofisinde buluştuk. Biz 'neden olmasın' dedikçe O, 'bir ihtimal' dedi ve ekledi: “Filme güveniyorum ama rakipler çok güçlü...” Ve ihtimal gerçek oldu. Bal, 60. Berlin Film Festivali'nde 'Altın Ayı' aldı.

İçinize sindi mi?

İyi oldu. Bal; hem çekim, hem post prodüksiyon yönünden benim ideal şartlara eriştiğim bir film oldu. Üçlüyü düşününce en yoğun çalışma ve emeği Bal'da sarf ettik. Mesela Sanat Yönetmeni Naz Erayda ile üçüncü filmimizdi bu ve Naz ilk defa benim gerçekten ne yapmak istediğimi anladı. Rüyalarla gerçeğin iç içe geçişini ve yapmak istediğimin aslında tam da bu olduğunu...

Filmde dünyayı altı yaşında bir çocuğun bakışından mı göreceğiz yoksa o çocuğa büyük halimizle biz mi bakacağız?

Bal, rüyaların payının olduğu bir film. Çocuğun dünyayı algılaması sadece nesnel duyumlar değil, rüyalardan da besleniyor. Başrolünde çocuk olan filmlerde çocuk duygusunu buluruz genelde ama bu filmde başka bir durum var. Rüyalar da bize bir şeyler söylüyor. Rüya, gerçeklik, çocukluk, yoğun bir doğa, o doğanın içindeki hayat, mücadele... Bütün bunların bir ahengi var filmin içinde ve bu, filmin duygusunu güçlendiriyor. Bal, aynı zamanda Hz. Yusuf ile babası Hz. Yakup'un kıssalarına değiyor. Üçlemenin ilk iki filmi 'Yumurta' ve 'Süt' ile birlikte düşünüldüğündeyse başka bir şey çıkıyor ortaya. Ama bağlantılar keskin ve net değil. Çocukluğumuzu hatırladığımızda bugün ile çocukluğumuz arasındaki bağlantının yüzeyde ve görünür olduğunu söyleyemeyiz. İnsanın kendini keşfi net ve görünür değildir.

Sizin kendinizi keşfiniz için ne söyleyebiliriz?

Ne söyleyebilirim ki... İnsanın kendini keşfi nefsin faydasızlığını fark etmesiyle başlıyor. Fıtri keşfe giden yol; insanın dünyada nedensiz bir şekilde olmadığını anlaması, öğrenmesi, tecrübe etmesi ve buna inanmasıyla ilerliyor. İnanmakla, hatırlamakla, anlamakla, düşünmekle, en önemlisi tefekkür etmekle... Sonuçta bütün uğraş sevgili olmak için. O'na olan sevgiyi, bağlılığı göstermek ve O'nun mevcudiyetini başkalarına da hissettirmek için...

'Şu olay, şu film, şu kitap, şu cümle... Karşıma çıkmasaydı filmlerim böyle olmazdı, hatta belki hiç olmazdı.' Boşluğu nasıl doldurursunuz?

1985 ya da 86'da küçük bir beta max kasetten Tarkovski'nin 'Ayna'sını izlemiştim. Gençtim, sinema okumuştum, bir sürü film izlemiştim ama 'Ayna'nın etkisi ve bana verdiği duygu, film yapma niyetimin fiiliyata dökülmesinde en büyük itici güç oldu. O filmde sinemanın aslında başka türlü bir sanat, tamamen manevi bir şey olduğunu gördüm.

İlk filminiz 'Herkes Kendi Evinde'nin ardından gittikçe sadeleşen bir sinema diliyle karşı karşıyayız. Yaptıkça ne yapmak istediğinizi daha iyi mi anlıyorsunuz?

Aslında ana kaynak şiir. Hani şu olay, şu film, şu kitap, şu cümle diye sormuştunuz ya; şiir bana bütün yolu açtı. Bitmiş bir şiir tamdır ve bir virgül bile ona fazla gelir. Şiirde kelimelerden oluşmuş bir ahenk vardır ve o kelimeler aslında dile karşıdır. Çünkü dil, konuşmak demek; yani bizi birbirimizden ve kendimizden ayıran şey. Dilin mahkûmiyetinden kurtulmak önemli. Resim, dilin mahkûmiyetinden bizi kurtarır; sinema ve şiir de keza... Sayfalarca yazıyı üç satırlık şiir karşılar.Sadeleşme, benim sinemayla ilişkimde şiirden edindiğim yegâne disiplindir.

Kelimeleri bırakmak düşünceyi kalbe yönlendiriyor diyebilir miyiz?

Sadeleşmenin bir yönünde işte bu var. Önemli olan sinemanın kendisi, bütünlüğü ve insanın kalbi ile ruhuna ulaşabilirliği. Gözüne, kulağına değil sadece... Gözümüzle de görsek kalbimizle göremediğimiz sürece gözümüzle gördüğümüz şeyi aslında göremeyiz. Sanat kalple ilgilidir. Bu nedenle çok dengeli ve hassas terazilerle ölçülüp yapılması gerekir. Hikâye, senaryo, görüntü, ses ve diğerleri ahenk ve uyum içinde olmalı. Ayrıştırılamayacak hale gelmeli bunlar. Ancak o zaman filme dair bir duygu ortaya çıkıyor. Bizim sanatımızda sadeleşme, malzemede yoğunlaşma ve derinleşme vardır. Benim yapmaya çalıştığım da kendi medeniyetimizin, kültürümüzün, hayat deneyimimizin sinemadaki karşılığına gitmek ve bunu kalbi ve manevi boyutta yapmak. Bu yola girdinizde kendiliğinden sadeleşiyor film.

Yavaşlıyor bir de. Milan Kundera 'Yavaşlık'ta yavaşlık ile hatırlama, hız ile unutma arasında gizli bir ilişki olduğunu söyler: “Bir şey hatırlamak isteyen kimse yürüyüşünü yavaşlatır. Buna karşılık, az önce yaşadığı kötü bir olayı unutmaya çalışan kişi hızlanır.” Filmlerinizdeki yavaşlık bize neleri hatırlatmak istiyor?

Biz zamanı idrak eden tek canlıyız. Meseleye böyle bakıp sinemanın hammaddesinin zaman olduğunu düşündüğümüzde ister istemez hız ve yavaşlık, parçalama ve yoğunlaştırma, uzatma ve derinleştirme yol ayrımlarına giriyoruz. Günümüz sineması çok hızlı, zamanı unutturmaya çalışıyor. Hız demek ayrıntıyı, detayı, derinliği ortadan kaldırıp yatay olarak ilerlemek demek. Bizim medeniyetimizde zaman çok önemli. Beş vakit var bir kere. O vakitlerin hatırlattıkları var. Sanatın manevi bir yanı olması, bizi yükseltmesi, duygularımızı ve kalbimizi açması gerekiyor.

Filme mekân ararken Toroslar'ı dolaşmış, Bolu taraflarına bakmış, sonunda Çamlıhemşin'e gelmiş ve küçük Yusuf'u, yani Bora'yı bulmuşsunuz. 20 gün önce gelseniz bulamayacakmışsınız üstelik. Bu tür tesadüf değil de tevafuklar hayatınızda nasıl bir yerde?

Evet, tevafuk. Mekân olarak yoğun bir doğa arıyordum, insanın yürümesinin bile zor olduğu... Çok dolaştım. İstediğim alanı Artvin bölgesinde, Gürcistan sınırında buldum. İzin sorunları yaşandı, olmadı. Aslında bazı şeyleri çok zorlamamak gerekiyor. Çamlıhemşin'de çocuk arıyorduk. Arabayla giderken bisiklette gördüm Bora'yı. Durdum, indim, konuştuk. Birkaç yıl önce İzmir'e göç etmiş bir ailenin çocuğuydu. Aile İzmir'den Çamlıhemşin'e 20 gün önce geri dönmüştü. 20 gün önce gitsem onu bulamayacaktım. Ne diyeyim... Bora çok duyarlı bir çocuk. Üçleme'deki diğer Yusuf'ları tamamladı. İstedi, hissetti, nasıl oldu bilmiyorum, bir şeyler oldu ve tamamladı. Sabırla... Sekiz hafta çekim yaptık, çocuk tüm yaz tatilini bizimle geçirdi. Dağlara çıktı, indi, konuştu, yürüdü, gık demedi. Bu filmin bu film olmasında en büyük pay onun.

Üçleme bitti. Uzun bir yolculuktu. Semih Kaplanoğlu sineması şimdi ne yönde ilerleyecek?

Yusuf Üçlemesi beş yıl hiç ara vermeden süren bir çalışmaydı. Bundan sonrası için henüz bir kararım yok ama tarihi figürlerle ilgili düşüncelerim var, mesela Abdülhamit'in karakteri çok ilgimi çekiyor. Onun hakkında bir şey yapabilirim. Sonra Süleymaniye ile ilgili... Mesela Sülemaniye'de beş vakit gibi. Bu arada 'Türkiye'nin Ruhu' hâlâ masada. Ne yapacağım benim için de soru işareti ama nasıl yapacağım belli. Kararlarımızı hep kendimiz vermiyoruz. Bakalım...

yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...
yükleniyor...